24 Ocak 2010 Pazar

the Pin Cushion Queen


Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
yitirdim mi yoksa masumiyetimi?

Ben kendimi arıyorum şimdi çocukluk fotoğraflarımda. Kendimi bulmak için geldim bu uçuruma..Kendimi bulmaya diye haykırmıştım ona da.. Haykırmam bundan sonra bir yabancıya...

Kendimi tekrar keşfetmek için uçurumda açtım yurdum dedim bu yere. Kafamdaki cümleleri yakalayamıyorum bile uçurumdan akıyorlar..Onları tutamıyorum. Tutarsızım. Özeleştiriyorum derken bir arslan gibi kükreyip kendimi savunuyorum. Oysa tek amacım cesurca atılmak ateşin içine. Yine olmuyor. Başaramıyorum. Bu kadar denemişken ve başaramamışken suç başka kimsede olamaz diyorum. Sabırsızlanıyorum. Bekleyemiyorum. Güven diyorlar. Güvenemezken güvenlerini de kırıyorum. Şımarığım. Umursamazlığın içinde kendi küçük değerlerim için savaşmışım ben. Gerçekliği yitirmişim. Sanki bir Tim Burton karakteriyim. Kalbine iğneler batırılmış masumiyeti yitirilmiş bir bez bebek. İğneleri savunmaya başlamışım.. Ya da ellerim makas olmuş sevindirirken yaralamışım.

Buraya geldim ve bir şeyler eksik. Kabuslarıma girdi? Uğraşacağım bir insan yok. O yok. En sevdiğim ama hiç ulaşamadığım insan yok. Yeni birini de yaratamadan öldürdüm. Onda o şevkati bulmalıydım önce:

Ayak parmaklarım üşüyor anne onları ısıtacak kimse yok.





Life isn't easy
for the Pin Cushion Queen.
When she sits alone on her throne
Pins push through her spleen.

3 Ocak 2010 Pazar

sana büyük bir sır söyleyeceğim


sana büyük bir sır söyleyeceğim zaman sensin
zaman kadındır gönlü çelinsin ister zaman
hep okşansın diz çökülsün hep
dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına
taranmış
bir upuzun saç gibi zaman
soluğun buğulandırıp sildiği ayna gibi
zaman sensin uyuyan sen şafakta ben uykusuz seni beklerken
sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi
ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın
bu durdurulmuş zamanın işkencesi mavi çanaklarda kan gibi
bu göz susuzluğundan sen yürürken odada
bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini
daha beter seni kaçak
seni yabancı bilmekten
aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan
tanrım ne ağırdır sözcükler asıl demek istediğim bu
hazzın ötesinde taşındı sevgim hiçbir zararın erişemeyeceği yerde bugün
sen ki benim saat-şakağımda vurursun
boğulurum soluk alıp vermesen
tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın
sana büyük bir sır söyleyeceğim her söz
dudağımda bir dilenen zavallı
acınacak bir şey ellerin için kararan birşey bakışının altında
işte bu yüzdendir sık sık seni seviyorum deyişim
boynuna takabileceğin bir tümcenin o parlakca kalp kristali
kaba konuşmamdan gücenme benim bu konuşma
ateşte şu tatsız cızırtıyı çıkaran sudur o kadar
sana büyük bir sır söyleyeceğim bilmem ben
sana benzeyen zamandan söz açmayı
bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm
tıpkı uzun bir süre garda
el sallayanlar gibi gittikten sonra trenler
bilekleri sönerken yeni ağırlığından gözyaşlarının
sana büyük bir sır söyleyeceğim korkuyorum senden
korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
el kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden
sana büyük bir sır söyleyeceğim kapat kapıları
ölmek daha kolaydır sevmekten
bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
sevgilim.

Louis Aragon